Sende mi "herkes" gibisin?
Söylemlerin “herkes”in söylemi hiç farkettin mi? Kendine ait bir sözün yok mu? Onun bunun laflarını bana söyleyerek niçin dedikodu yapıyorsun? Farkında değil misin? Toplum tarafından biçimlendiriliyorsun. Suyun içinde yavaş yavaş kaynadığını tahayyül et, sıcaklığın en üst seviyesinde olduğunun farkında olmazsın. Bunu farketmen için dışına çıkıp ayağını suyun için şöyle bir sokup çıkarman yeterli. İşte aynen bu şekilde topluma karşı, bana neler söylediğine, bana olan davranışlarını, şöyle bir durup düşünmek gerekmez mi? Kendine dışından bakmayı becerebilir misin? Kaç kişi becerebilir ki? Bedeninden sıyrılıp tam karşından kendini, davranışlarını gözleyebilir misin?
Herkesleştiğinin farkında mısın? Bireyinin, öznenin yok olduğunu, bütün içinde eridiğinin… Hoş bu ülkede hepimiz böyle yetiştirildik. Sen sus büyüklerin, yöneticilerin varken sen mi daha iyi bileceksinciler..Hiç kendinin farkına vardın mı? Neden hiç kendini özlemiyorsun? Hiç urgan ipleriyle kollarının bacaklarının ve de en önemlisi beyninin içinin topluma sımsıkıca bağlandığını hissetmedin mi? Hiç mi rahatsız olmadın? Hiç özgürlüğün tadını aldın mı? Bir kere alsaydın ne hoş birşey olduğunu farkederdin. Ya da hiç esaret altında bulunmadın da özgürlüğün ne olduğunu hissedemiyorsun. Bulunsaydın hissederdin.
Bana düşüncesizsin dedin. Sence de durup düşünmek gerekmez miydi? Bunu kasıtlı yapmadığımı, yeri geldiğinde senin de düşüncesiz davranışlarının olduğunu bilmen gerekmez miydi? Hiç mi sormadın kendine? Sadece kendi bakış açınla insanları yargılamanın bir yanının eksik kalacağını? İnsana ve doğaya (yani senin açından, sen hariç nesneye karşı) dair bir “özbilinç” geliştirmek gerekmez miydi? Sence böyle bir anlayış daha sağlıklı olmaz mıydı? Senin bu anlayışsızlığın bir bencillik ürünü değil miydi? Sen dünya benim etrafımda dönsün ben de güneş olayım diyorsun? Herşey Benim aydınlattığım şekilde aydınlansın diyorsun. Oysa bu eksik bir bakış açısı değil mi? Tüm bu anlatılan şeyler yine aynı şekilde benim için yani öznem için de geçerli.
Benim boşuna okuduğumu ve yazdığım mı düşünüyorsun? sırf laf olsun diye mi? Gösteriş olsun diye mi? Öyle saçma şey mi olur? Laf olsun diye yazmak bir amaç olabilir mi? O zaman içindeki cevheri nasıl ortaya çıkaracaksın? Bu şekilde bir basitliğe, yapaylığa ve taklitçiliğe düşmez misin? Senin hiç “hayret” ve “merak”ların olmadı mı? Olmadığı için mi böyle rahat konuşuyorsun? Hiç mi derdin olmadı? Hiç mi merakın olmadı insana, doğaya ve evrene dair? Hiç mi rahatsız değilsin yaşadığın ülke ve onun üstünde yaşayan insanlardan? Neler olup bittiğine dair hiçbirşeyi anlamak istemiyor musun? Görünüşlerin ardında saklı olanı görmek istemez misin? Gördüklerinin bir öz’ü olduğunu, bunların bir nedeni olduğu bağlantısını kuramıyor musun? Bu üstünde yaşadığımız dünyada, ülkende neler dönüyor hiç mi merak etmiyorsun? Emin ol sana gösterilen herşey yalan. Hepimiz“mağara”nın içindeyiz. Tek gerçek var o da sensin. Bu işleri boş iş olarak gördüğün için mi ilgilenenleri aşağılıyorsun? ve tüm bunlar senin de “herkes”leştiğini göstermiyor mu? Bardağa fazla su doldurursan bardaktan taşan su tüm masayı ıslatır!.. Bardağın taşmasını engelleyebilir misin? Doğa kanunlarına göre onun taşması gerekiyor. Engelleyemezsin…
Neden beni anlamaya çalışmadın? Neden klişelerle, genel kanılarla bana geldin? Oysa gördüğün gibi ben tek kişiydim. Bir toplum değildim ki, insanlara hitap edecek şekilde bana yaklaştın. Her insan biricik ve özel değil midir? Bir toplum ile tek bir kişi aynı mıdır? Bana yaklaşımın daha ön yargısız, daha özel olması gerekmez miydi? Beni anlamaya çalışman daha doğru bir davranış olmaz mıydı? Zaten bu devirde kim kimi anlıyor ki? Herkes kendi değer yargılarıyla, ön yargılarıyla, dogmalarıyla karşındakine yaklaşıyor. İki kişinin ortak bir noktada buluşması için birbirini sözünü kesmeden dinleyip, anlayıp ortak bir noktada % 50-50 buluşması daha iyi değil mi? Tartışmak sözü de tart-mak kökünde geliyor. Bugün toplumda algılandığı biçimiyle aslında kavga etmek ya da kötü birşeymiş gibi değil. Benim seni anlamam konusunda emek göstermem gerektiğini söylemiştin. O zaman anlayamamıştım üstünden zaman geçince şimdi ne demek istediğini şimdi çok iyi anlıyorum, beni bağışla. İkili ilişkilerde tarafların karşılıklı birbirini anlaması gerekiyor. Bir taraf mızıkçılık yaparsa orada sağlıklı bir iletişim olmuyor. Zaten günümüzde insanların en temel sorunlarından biri de bu değil mi?
Düşüncelerimin sık sık değiştiğinden söz ettin. Beni dogmatik olmamakla suçlamış oldun. Ne yani bir düşünceye ömür boyu bağlı mı olmalıyım? Tutarsız olmanın kötü birşey olduğu algısına kapılmış bir insan neden kendisinin uykuda olduğunun farkına varamaz? Sorunun önce kendisinde olduğundan hiç mi şüphelenmez insan? Evet ben anlıyorum kendini bilmek kendine dönmek aşırı zordur. Hatta kendini tanımanın, kendini bilmenin ne olduğunun bile farkında değildir ki insan bakışlarını içe çevirebilsin.
Hepimiz Platon’un mağarasındaki elleri kolları bağlanmış insanlarız. İnsan, aynı insan. 3000 yılda tek geliştiği şey, beyninin büyümesi o kadar. Bu kadar iletişim ve bilgi kaynaklarının çok çeşitli olduğu bir zamanda, mağaranın daha aşağılarına düştüğümüzü iddia ediyorum. Şaşırdın değil mi? Hatta bilinmesi gerekenlerin sayısının arttığı şu 2024 yılında bu mağaranın 7 kat aşağısındayız. Yukarı güneşe doğru çıkmak için her zamankinden daha çok çabalamamız gerekiyor. Gaflet uykusundan uyanabilmek için ilk atılacak adım gaflette olduğunun farkında olmalı insan. Ancak kapının kilidini açacak olan bu ilk adımın atılmasını engelleyen yüzlerce kişinin olduğunun da bilinmesi gerekir.
İnsan doğası gereği bencildir. Sen de kendince haklı olarak karşındakinin senin için fedakarlıkta bulunmasını bekliyorsun. Sen merkezde olmak herşeyin senin etrafın dönmesini bekliyorsun. Asla şikayet etmiyorum her insan böyledir. Ben de. Ancak ortak ruh geliştirebilmek için sözgelimi bu iki kişinin %50-%50 kendinden feragat edip tek ruh olmaları daha güzel olmaz mı? Herşeyi karşı tarafa yüklemek biraz da haksızlık gibi gelmiyor mu sana da? Maddi birşeyden bahsetmiyorum tamamen manevi, ruhsal bir durumdan bahsediyorum. Tek bir kişiye yüklenmek zamanla onu çökertmez mi? Bu biraz haksızlık değil mi? Zaten aşk demek tek ruh iki beden olmak değil miydi?
Eleştiriye açık birisi olmadığımı söyledin. Eleştirildiğimde kızdığımı, sinirlendiğimi söyledin. Evet doğru, kabul ediyorum ancak dışsal özelliklere eleştiri denirse kelimenin gerçek anlamıyla eleştiri bu değildir ki…Dışsal özelliklere getirilen bu değerlendirmeler insanın duygusal yanına hakim olamamasıyla, duygusal tepkilere yol açıyor. Üzgünüm..İnsan hep övgü duymak istiyor doğal olarak, hak veriyorum. Hayat zaten yeterince zor, hayatı olumsuz algılayan insanlara karamsar bir ruh haline sahip oldukları için en küçük bir değerlendirmeleri bile sağlıklı algılayamıyor. Zaten duygular ile sağlıklı bir muhakeme geliştiremeyiz ki. Bu yüzden hep övülmek, şımartılmak istiyoruz. Benim de böyle bir anıma gelmiş olabilir…
Herşey sana boş mu geliyor? Bu dünyada ilgilenip, oyalanacağın tabir-i caizse oyuncakların olmazsa herşeyi tabi ki boş ve anlamsız gibi algılarsın. Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi : “Yaşamın kendinde bir anlamı yoktur, ona anlamını biz veririz.” Bir amaca bağlanmalısın uğruna herşeyi göze alabileceğin, gözünün ondan başkasını görmeyeceği, hiç tükenmeyen bir amaç… “Bir amaca bağlanmayan ruh yolunu kaybeder.” Bu kadar değerli kaç tane amaç bulabilirsin ki? Herhangi sıradan bir şey amaç olarak belirlenebilecek kadar değerli midir ki? Madde en yüksek amaç olabilir mi?
Ben bir hata yaptım. Senin ne kadar duygusal biri olduğunu, hiçbir konuyu muhakeme etmeden direk duygusal olarak aldığını görüp sana kızmıştım. Oysa ben burada birşeyi göz ardı etmişim. İnsan’ın bir duygusal yanını o an unutmuştum. Bu tamamen doğru. İnsan tamamen irrasyonel bir varlık. Aklın ve zekanın oluşması zamana ve emeğe bağlı. Sporcuların vücut kaslarını geliştirmesi gibi. Ancak aklın önüne geçmemeli duygularımız, akıldan başka önümüzü aydınlatacak, hayatımıza yön verecek başka bir aracımız yok. Duygular bizi her zaman yanıltacak. Duygusal insanları yönetmek ve yönlendirmek her zaman kolay olmuştur.
Burada hiç kimse kendisi değil, herkes bir başkası. Herkes, herkes gibi..İnsanın kendini tanıması, kusurlarını, eksik taraflarını görmesinin yaşadığımız bu dünyadaki en önemli en hayati şey olduğunu düşünüyorum. İnsanlar, kendisinden başka herkesin kötü, bozulmuş olduğunu söyler. Halbuki kendisi de o “herkes”e dahil olduğunun farkında değildir. Oysa önemli olan bizim başkalarıyla ilgili yargılarımız değil kendimizi, ruhumuzu olabildiğince düzeltmek, kendimizi eğitmek değil mi? Herkes insanların değişmesi gerektiğini, onları değiştirmek ister. Oysa mühim olan önce kendimizi tanıyıp, kusurlarımızı, eksiklerimizi düzeltip, fazlalıklarımızı kesip atmak değil midir? Çağlar boyu yaşamış büyük insanlar hep bu konuyu dile getirmemişler mi? Din’den, Tasavvuf’a, Felsefe’den Edebiyat’a bütün bu insanların milyonları etkilemesinin sebebi kendilerine yönelmiş olması mıdır? “Kendini tanımak” ne demek? Aynada bakıp dışsal özelliklerimizi mi değiştirmek sadece? Saçımızı, görünüşümüzü mi değiştirmek? Şundan kesinlikle eminim ki insanlar arasında onların kusurlarını görebilmek ne kadar önemliyse, insanlar arasından çekip kendi kusurlarımızı görebilmek de, kendimizi tanıyabilmek de bir o kadar mühim! Çünkü bizi belirleyen büyük oranda içinde yaşadığımız toplum. Kendini insanlardan soyutlayarak dediklerim üstüne düşünürsen biraz, göreceksin ki söylemlerin, davranışların çevrendeki, içinde yaşadığın toplumdan izler taşımakta. Dağa çıkıp mağarada yaşayalım demiyorum ancak bütün içinde de bireyselliğimizi koruyabilme iradesi göstermekten bahsediyorum.
Aklıma gelmişken herkes’den örnek vermek gerekirse, beni tanıyan tanımayan herkes neden evlenmediğimi, kendime göre birini bulacaklarını, evlenmem gerektiğini söylüyorlar. Hem de 1 ay içinde 3 defa yaşandı. Genel halk kitleleri, yani toplum böyledir. Herkes, herkes içinde uzunca müddet bulunduğundan dolayı söylemler birbirine benzemeye başlıyor. Diyorsun ki bunu öneren insanlar birbirini tanımıyor ama söylemleri ne kadar da tanıdık. Umarım ne demek istediğimi anlamışsındır. Senin herkes’den ayrışmanı bekliyorum. En azından benim için değil de bunu kendin için yapmalısın.
Devletin katı bir şekilde merkeziyetçileştiği şu son yıllarda, toplum da tekleşiyor. Herkes birbirine benziyor, oysa en az 2 kişinin birbirine benzemediği bir toplum daha sağlıklı olurdu. 2 benzemeyen birbiriyle etkileşime girerek toplum olumlu yönde gelişebilir. Oysa son yıllarda göç hareketleriyle birlikte insanlar -haklı olarak- yabancılara karşı bir direnç gösterip kabuğuna çekiliyorlar. Bu etkileşimi olumsuz yönde etkiliyor. Karşıtların birbiriyle çarpışmasıyla sürüyor. Bu olay sadece bizim ülkemizde değil tüm dünyada bu şekildedir. Gidişat tek dünya düzenine doğru yol aldığımızı gösteriyor. İnsanlar daha önce hiç görmedikleri kişi, değer yargısı ya da olaylara karşı ilk temas ettiklerinde büyük bir direnç gösterirler zaten olması gereken de budur. Fakat bir süre sonra bu duruma alıştıklarını kendileri bile farketmeyeceklerdir. İşte bundan dolayı yaklaşık 100-150 yıl sonra sınırların kalktığını, ırkların kaynaştığını göreceğiz. İnsanlar bu durumu zamanla yadırgamayacaktır.
Herkes’in gittiği yerlere gitmek, herkesin giydiğini giymek, herkesin yediğini yemek? Herkesin okuduğunu okumak? Herkes gibi düşünmek? (Sokrates; kimse katılmasa bile, düşüncelerimizi ısrarla sürdürmemizi öğütler. Çünkü bir süre sonra bakmışsın ki, düşüncelerin etrafındaki insanlarda yayılmış bile..) Popüler olmak, günümüzün yeni tabiriyle fenomen olmak? Herkes gibi yaşamak zorunda mıyım? Hayır değilim. Koyunlar uçurumdan atlıyorsa ben de onları takip edip uçurumdan yuvarlanmak zorunda mıyım? Hayır değilim. Hiç mi sıkılmıyorsun aynı yoldan gitmekten? Bak şurada başka bir yöne yol ayrılıyor. Oraya girmek istemez misin? Belki daha güzel, daha ilginç birşey göreceğiz. Hiç merak etmez misin? Boynuna geçirilen ilmek seni sıkmıyor mu? Kopartmak istemiyor musun? Hiç mi sıkılmadın? Bunların sadece benim rahatsızlıklarım olduğunu mu düşünüyorsun? İnsanın sorunlarını yazıyorum, İnsandan bahsediyorum. Ortak problemlerimizden. İnsan 3000 yıldır hiç değişmedi ki. (Yazılı kayıtları bazı alıyorum.)
Ayrıca bu sorun yeni değil ki, Stefan Zweig 1925 yılında bir makalesinde bu konuyu çok açık biçimde serimlemişti:
The Monotonization of the World 1
“Monotonization of the World. The most potent intellectual impression, despite the particular satisfactions enjoyed, of every journey in recent years is a slight horror in the face of the monotonization of the world. Everything is becoming more uniform in its outward manifestations, everything leveled into a uniform cultural schema. The characteristic habits of individual peoples are being worn away, native dress giving way to uniforms, customs becoming international. Countries seem increasingly to have slipped simultaneously into each other; people’s activity and vitality follows a single schema; cities grow increasingly similar in appearance. Paris has been three-quarters Americanized, Vienna Budapested: more and more the fine aroma of the particular in cultures is evaporating, their colorful foliage being stripped with ever-increasing speed, rendering the steel-grey pistons of mechanical operation, of the modern world machine, visible beneath the cracked veneer.”
Konunun bilincinde olanlar, kendine yatırım yaptıklarının farkındalar. Fakat insanların geneli toplum içine karışmamayı hastalıklı bir hal gibi görürler. Toplumdan biraz uzak duranları psikolojik rahatsızlığı olduğu şeklinde algılarlar. Toplum yozlaştıkça, bu eleştiriyi yapanlar da bir süre sonra ayrışacaklar. Değiştiğinin farkına onlar bile varamayacaklardır. Bunun için, toplumun çürümesi, yozlaşmasına iyi yönden, bir fırsat olarak da bakmak gerekiyor.
İnan ki bana, toplum bize biçim veriyor. Onların arzuları senin arzuların, onların jargonu senin jargonun, onların davranışları senin davranışların, onların alışkanlıkları senin alışkanlıkların olmuş şekilde buluyorsun kendini. Bir süre sonra bir bakmışsın sen sen değilsin aslında bir başkasısın. Hiç bu şekilde kendini yabancı hissetmedin mi? Hiç kendinden şüpheye düşmedin mi? Sadece bunun farkına varman lazım, önemli olan karşındaki benim bunları sana farkettirmem. Kendinin kendin düzeltmekten başka çaren yok. Akışa kapılıp gidiyorsun, iraden yok oluyor. Birileri tarafından otobüse bindirilmişsin, bir süre sonra ben nerdeyim? Ben kimim? diye yabancılık çekiyorsun. Akışın içinde biraz dur, frene bas ve çevreni izle. “Anlamak için durmak zorundasın! Durmazsan hakikati göremezsin, göremezsen düşersin! Sana ‘dur’ diyecek bir tek dostun da mı yok ey talib!”*
Herkesleşmek..Herkes gibi olmak demek, tek tip olmak demek. Bir yazarın dediği gibi. “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yok demektir.” Fabrikadan çıkar gibi. Herkesin eylemleri birbirine çok benziyor. Tüm toplum ordu kışlası gibi. Çeşitliliğin, farklılığın, çelişkinin olmadığı yerde gelişim olur mu? Herkesin “1” dediği yerde 2’ye ve ondan sonraki rakamlara nasıl ulaşacağız? Rutinleşen her şey ölür. Çevrene bir bak yaşayan cesetleri göremiyor musun? Tek ben mi farkındayım? Yoksa delirdim mi? Durgun su bir süre sonra bulanıklaşır, yosun tutar. Oysa sürekli akan bir ırmak önüne kattığı herşeyi silip süpüreceği için berraklaşır. Sürekli bir değişim ve yenilenme olur. Söyle şimdi 10 yıl önceki gibi mi olmak istiyorsun? Yoksa sürekli değişmek ve yenilenmek mi? Neden değişimden korkuyorsun? Kendin korktuğun ya da insani bir karakterden yoksun bulunduğum için mi beni sürekli değişmekle eleştiriyorsun?
Beğenilerini, beğenmediklerini, isteklerini, istemediklerini bana dayatmanın anlamı nedir? Karşındaki, dünyaya senin baktığın gibi bakmak, insanlara senin davrandığın gibi davranmak, senin giyindiğin gibi giyinmek, senin yaşadığın gibi yaşamak, senin istediğin mesleği yapmak zorunda mı? Neden karşındakinin de bir insan varlığı olduğunu anlamıyorsun? Onun senden farklı olduğunu neden algılayamıyorsun? Davranışlarınla sanki dünyada tek sen yaşıyormuş gibi göründüğünün farkında değil misin? Neden insanları hizaya sokmaya çalışıyorsun? Karşındaki hakkında yargılarınla herkes gibi davrandığının, herkes gibi konuştuğunun farkına varamıyor musun?
Neden kendine yapılmasını istemediğin davranışı karşındakine uyguladın? Neden suçlanmak istemedin de hep karşındakini suçladın? Bunu dile getirince neden karşındakinin tartışmak istediği söyleminde bulundun? Ama aynı şeyi sende yaptın? Kuşkusuz bunun bilimsel açıklamaları var. Farkındayım. Bunları sana anlatmak istediğimde anlamadın. Kör bir vaziyet bu. Birisi tarafından anlaşılmayı o kadar çok isterdim ki..Zihnin örümcek ağı halini almış kimseyi dokundurtmuyorsun. Mağarada gölgelere doğru dönmüşsün seni ışığa çağıran birinin çağrılarına yanıt vermiyorsun. Kendi mağaranda mutlusun. Anlıyorum varoluşsal alışkanlıkları değiştirmek hayati derecede zordur. Seni uyandırmaya çalışıyorum uyuyorsun fakat farkında değilsin. Ölünce uyanacaksın ben ise ölmeden uyandırmaya çalışıyorum seni anlıyor musun beni? Bir kişi dahi olsa birinin beni anlamasını o kadar çok isterdim ki..Çok çabaladım olmadı. Senin kötülüğünü ister miyim hiç? Bunca çabalarım ne diye zannediyorsun? Ben kendimi kurtarmak için çok çabaladım, mağaradan dışarı çıkmama başka insanlar yardımcı oldu, hem de hiç tanımadığım kimseler. Şimdi ben de mağaraya dönüp seni uyandırmaya, çıkartmaya uğraşıyorum. Ne menfaatim var, hiç. Senin soğukta uyuduğunu ve yavaş yavaş öldüğünü görüyorum, seni de kurtarmak istiyorum.
Eleştiri yıkıcı değil yapıcı olmalı, iki taraf birbirini eleştirince neden seviyeyi aşağı çekmeye çalışır ki? eleştirinin amacı gerilemek değil ilerlemek olmalı, birbirini aşağılamak değil, daha iyi daha güzel olması yönünde teşvik edici olmalı, bizim ülkemizdeki gibi aşağılama, küçümseme, kıskanma, dedikodu gibi boş safsatalara dönmemeli. Kendimizi değiştirmezsek bizden de bu ülkeden de bir bok olmaz, hiçbir gelişme olmaz. Biz geri kalmış bir ülkenin çocuklarıyız, artık bu çağda kaybedecek hiç bir vaktimiz olmamalı, gözümüzü ufka dikip o yönde gitmeliyiz. Bu olumsuz özellikleri anne babamızdan aldık onlarda kendi anne babasından ve onlar da kendi büyüklerinden bu iş böyle zincirleme gidemez artık. Bizden sonra birşeyler değişmeli bu konuların bilincinde biz bireyler olarak.
Kimsenin seni anlamadığını mı düşünüyorsun? Bunun için üzülmene gerek yok, lakin kimse seni anlayamaz ki. Çünkü sen çok özel bir insansın. Çevrende seni anlayabilecek birkaç kişiden biriyim. Düşünsene sana milyonların hayran olduğunu, seni herkesin anladığını. Bu senin değerini düşürmez mi? Çünkü kitlelere hitap edebilmek için kendinden baya bir ödün vermen gerekiyor. Herkes’den bahsetmenin daha geçerli yolları var. Sen sen olmaktan çıkıyorsun. Bayağılaşıyorsun. Seviyeni halk kitlelerine düşürmüş oluyorsun. İşte bu yüzden sen diğer insanlardan sivrilmiş bulunuyorsun, çok özel, biricik ve değerlisin. Arkadaşlarının sayısı azalıyor, senin psikolojik sorunların olduğunu düşünüyor. Çünkü sen sıradan biri değilsin artık, hayatı kavrayışınla, ilgilendiklerinle, söylemlerinle diğerlerinden sıyrılmış bulunuyorsun. İnsanların sana karşı bakışı değişecek, yalnızlaşacaksın. E doğal olarak onlar senin hasta olduğunu düşünecek bunu engelleyemezsin. Diyeceksin ki bu devirde mağarada mı yaşayalım? Öyle birşey demiyorum ki. Kalabalıklar içinde yalnızlığını koruyabilirsin. Seni anlayabilecek hakiki 3-4 dostun varlığı bir ömür boyu sana yetecektir.
Herkes için kitap, film tavsiyelerini de saçma bulurum. Bunlar genel kitleler için tavsiye edilmiş şeylerdir. Kısaca reklam kampanyası olduğunu düşünürüm. Kendi kitap, film listelerini kendi zevkine, ilgine göre oluşturmalısın. Kendi gündemini kendin oluşturmalısın. Başkasının hayatına yön vermesini bekleme.
Birşeyi herkesin söylemesi onun doğru olduğu anlamına gelmez. Aynı cümleleri herkesin dilinde duymaktan sıkılmadın mı? Peki hiç farkettin mi belli dönemlerde belli seslenme biçimlerinin herkesin diline pelesenk olduğunu? Hiç farklılık aramadın mı? Farklı birşey duymayı? Aynı sloganları duymaktan hiç rahatsız olmadın mı? Eğer rahatsız olduysan sen kaliteli bir insan olma yolundasın demektir. Özne; bu herkes içinden cesaret ederek kendini sıyırıp kendi yaşamını, kendisinin belirlediği planlar doğrultusunda oluşturmalıdır.
Sen hiçkimseyi ya da bir düşünceyi anlayamayacaksın. Çünkü onu anlamak için çaba göstermedin ki..Onu karşı tarafın zaafı olarak algıladın. Kafasının karışık olduğunu söyledin, oysa senin kafan karışıktı farkedemedin. Benim, çağımız insanına söyleyecek birşeyim yok. Geçmişten beslenip geleceği inşa etmeye çabalıyorum. Zaten bizde önce gelenler de böyle yapmadı mı? Çağında anlaşılamamak gayet normal çok az istisnaları var bu durumun. Geçmişten gelen aydınlığı bir manada projektör görevi görerek geleceğe yansıtıyoruz. Bizim ödevimiz budur.
2000 yıldır 4 varlık kategorisi kabul gördü. Maden, bitki, hayvan insan. Aslında hepimiz hayvanız sen hiç insan gördün mü çevrende? İnsan demek aklını kullanan varlık demektir. Hayatın sona ermeden sadece bir kez olsun anlamlı, mantıklı bir söz etmeyi düşledin mi? Hiç aklını kullanmayı ömrün boyunca bir kere kullanmayı düşündün mü? Sadece bir kez olsun? Doğru ya düşünmek için aklını kullanmak gerekiyor. Çevrende gördüğün aletler, eşyalar, bir zamanlar aklını kullanan insanların eseri. Sende birşey icat etmek zorunda değilsin, ancak bu dünyada tamamlanmak için ruhunu geliştirebilirsin. Bu sayede kendini kemale erdirip önce kendine sonra insanlığa bir tuğla kadar da olsa faydalı olabilirsin!
Hiç mi rahatsız değilsin tüm bunlardan? Biliyorum tüm bu olanların benim birtakım hezeyanlarım olduğunu söyleyeceksin ve rahatını bozduğum için bana söveceksin.
Şimdi söyle bana; “sende mi herkes gibisin?”
24 Mayıs 2025 - Serkan TAŞKIRAN